GüncelMakaleler

EMEK | Büyüyen İthalat, Büyüyen Yoksulluk

"Türkiye tarım ve gıda pazarında ithal ürünlerin egemenliği büyüdükçe yoksulluğun da büyüyeceğinden şüphe etmemek gereklidir"

AKP’nin açıklayacağı yeni ekonomi reform paketi içinde patronlar için yatırımlarını kolaylaştırıcı ek teşvikler (finansman kaynağı olarak genelde işsizlik fonu kullanılmaktadır) yer alırken; işçiye, köylüye ve emekçilere yeni ek vergiler, yeni zamlar yer alıyor.

Halka kuru ekmeği reva gören siyasi iktidar, ekonomik krizin, pandeminin faturasını yine halka kesiyor. Emekçiler, açlık ve yoksullukla boğuşurken, işçilerin, emekçilerin ve köylülerin alınteri üzerinden toplanan vergiler, yap-işlet-devret modeli ile devlet tarafından maaşa bağlanan komprador burjuvaziye aktarılıyor.

Sadece uygulanan ithalat-ihracat politikalarıyla AKP’ye yakın şirketler çok büyük oranlarda zenginleşiyorlar. 18 yıllık süreç içinde bir yandan kamu kaynaklarıyla palazlanan sermaye yaratılırken; diğer yandan ise çöpten yiyecek toplayan, halk ekmek büfeleri önünde 1 lira daha ucuza ekmek almak için kışın ayazında, yazın sıcağında kuyrukta bekleyen milyonlar yaratıldı. 18 yıl içinde saray ve çevresi devasa zenginleşirken; halk kesimlerinin daha da yoksullaşarak, “askıda ekmeğe” muhtaç hale getirilmesinin kısa öyküsü buraya dayanmaktadır.

Uygulanan ithalat-ihracat politikalarıyla kırsal alanın, köylülüğün, küçük çiftçiliğin, küçük aile işletmeciliğinin tasfiyesi, Türkiye’de yoksulluğu da büyütüp kalıcılaştırmıştır. AKP-MHP’nin uygulamış olduğu kapitalist-neoliberal ekonomi ve siyaset politikası, kırsalda küçük aile işletmelerinin sonunu hazırlamış; bunların yerine büyük kapitalist şirketlere ait sanayi tarımın yaygınlaştırılması sadece köylülüğü, tarımsal üretimi tasfiye etmemiş aynı zamanda kent yoksulluğunu da artırmıştır.

2000 öncesine kadar kent ve kır arasındaki makas bu oranda açılmamıştı. Aile bağlarının canlılığı kentlerde yaşayan emekçilerin yakınları aracılığıyla gıdaya ulaşmalarını nispeten kolaylaştırıyordu. Tarım alanlarının küçük aile işletmeciliğinden kapitalist tarım şirketlerinin hakimiyetine geçmesinin başlamasıyla birlikte emekçilerin sağlıklı, güvenilir ve ucuz gıdaya da ulaşması zorlaştı.

Bugün köylülüğün tarım alanında fiyat belirleme gücü bulunmuyor (dün de öyleydi). Fiyatları belirleyenler; komprador burjuvalardır, tüccarlardır, endüstriyel tarım şirketleridir, zincir marketlerdir. Kapitalist-emperyalist- neoliberal serbest piyasa politikalarıyla küresel tarımı, gıda piyasasını belirleyen çok uluslu tarım şirketleri, ülkemizde de gıda fiyatlarını belirleme gücüne sahiptir (AKP’nin kamera önünde yaptığı fiyat denetimleri bu açılardan tam bir mizansendir.).

Pandemiyle birlikte kronikleşen ekonomik kriz, halkın sağlıklı besine ulaşmasını da zorlaştırmıştır. Yoksul emekçi semtlerde, yoksulluk iyice büyüdükçe bakkallarda ayçiçek yağının bardak hesabı ile satılmaya başlanması durumun boyutunu da anlatmaktadır.

Diğer yağlardan daha ucuz oluşu nedeniyle yoksulların mutfağındaki en temel gıda malzemelerinden biri olan ayçiçek yağı, bugün emekçiler için lüks olmaya başladı. Son bir yıl içinde fiyatı en çok yükselen temel gıda ürünleri içinde ayçiçek yağı ilk sıralarda yer alıyor. Öyle ki; yağ şirketleri, yeni pazarlama tekniği olarak 5 litre veya 1 litrelik yağları almaya parası olmayanlar için 0.5 litrelik ayçiçek yağlarını piyasaya sürmüştür.

Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) verilerine göre gıda fiyatları, dünyada son 8 aydır art arda artıyor. Dünyada bitkisel yağlarda ortalama artış ise yüzde 19’dur. TÜİK verilerine göre ülkemizde yıllık sıvı yağ artışı yüzde 41 olmuştur; ayçiçek yağı ise yüzde 54 oranında artmıştır. Bu, TÜİK’in üzerinde oynanmış rakamlarıdır.

Gerçek pazar enflasyonu ise bunun çok daha üzerindedir. Türkiye’de ayçiçek yağının dünya ortalamasından yaklaşık 3 kat daha fazla zamlanmasının başlıca nedeni ithalatçı bir ülke olunmasıdır. Küresel iklim krizinin yarattığı koşullar, dünya genelinde tarım üretimini olumsuz etkilemiştir. Bununla birlikte pandemiyle beraber küresel tedarik ağında yaşanan kırılma; üretici ve kapitalist ülkelerin olası gıda kıtlığına karşı korumacı politikalarla tarım ürünlerinde su toplamaya gitmesi, dünya genelinde fiyatları yükselttiği gibi Türkiye’de de fiyatları yükseltmiştir. Türkiye’ye diğer ülkelerden ayıran yan ise tarımda a’dan z’ye ithalata bağımlı olmasıdır. Bu da küresel piyasada yaşanan küçük bir dalganın bizim kıyılarımızda Tsunami yaratmasına neden olmaktadır.

Türkiye ayçiçeği üretiminde dünyada 6. sırada yer alıyor olsa da yüksek nüfusu nedeniyle bitkisel yağ ihtiyacı da fazladır. Üretilen ayçiçeği de nüfusun ihtiyacını karşılamamaktadır. Arz talep ihtiyacı ithalat ile kapatılmaktadır. Türkiye ayçiçek ihtiyacının yüzde 65’ini üretebiliyor; % 35’ini ise ithal ediyor. Ayçiçeği tohumunun yüzde 80’i üç adet çok uluslu tohum tekeli, “Pioneer, Syngenta ve Limagrain” tarafından üretilmektedir. Dolayısıyla piyasa da bu şirketlerin çıkarları temelinde şekillenmektedir.

Türkiye’de ayçiçeği rekoltesinin, 2 milyon ton dolayında olmasına rağmen 2020 yılında ithalat rekorları kırıldı; ayçiçeği tohumunda 1 milyon 164 bin ton, ayçiçeği yağında ise 800 bin tona ulaştı. Tohumun yüzde 60’ı, yağın ise yüzde 76’sı Rusya’dan ithal edildi. İthal edilen bitkisel sıvı yağın yüzde 52’si ayçiçeği, yüzde 44’ü palm yağıdır. ABD Tarım Bakanlığı’na göre 2019/2020 üretim yılında dünyadaki ayçiçeği ithalatının yüzde 42’si Türkiye tarafından gerçekleştirilmiştir.

AB’nin ithalattaki payı ise yüzde 34’dür. Yani ayçiçeği yağ tekelinin en büyük müşterisi Türkiye’dir (Dr. Necdet Oral. Bugün.). Bu gerçekliğe rağmen Toprak Mahsulleri Ofisi, 25 bin ton ayçiçek yağı ithalatı için ihale açmış olmasına karşın dünya piyasasında yeteri kadar mal olmadığından henüz sadece 5 bin tonunu ithal edebilmiştir.

25 bin ton için 250 milyon lira ödenecektir (Tarım uzmanları, ithalata verilecek 250 milyonun 130 milyonuyla Trakya Bölgesi’ndeki Hamzadere Barajı tamamlanmış olsa 400 bin hektarlık bir alanın sulanabileceğini; sulu tarım yapılması halinde Trakya’da verimin en az iki katı artacağı için Türkiye’nin ayçiçeği yağı ithal etmesine de gerek kalmayacağını belirtiyorlar).

Bir ülkenin gıdada kendine yetebilen konumda olabilmesi için, o ülke kaynaklarıyla elde edilen tarım ürünlerinin nüfusun temel besin ihtiyacını karşılıyor olması gerekir. Bunun için de devamlılığı sağlanmış, sürdürülebilir tarımsal üretim faaliyeti gerekmektedir. Yani çiftçilerin ekim alanını ve üretimi artırması gerekmektedir.

Tarımsal üretimin ve köylünün desteklenmesi bu açılardan çok önemlidir. Kendine yeterli olmanın yolu sınırlı kaynakların doğru politika, teknik ve araçlarla doğru kullanılıp maksimum verimin sağlanmasıyla mümkündür. Ancak uygulanan politikalar tersi şekilde olmaktadır; ekim alanları daraltılmakta; maliyetler yükseltilmekte; ürün, kendi değerini bulamamaktadır.

Dolayısıyla çiftçi, köylü bu alandan çekilmek zorunda bırakılmaktadır. İthalat, fiyat oluşumlarını baskılamaktan çok üretimi baskılamaktadır, zorlaştırmaktadır. “Türkiye, 1980 öncesi kendine yetebilen az sayıda ülke içinde yer alırken, 24 Ocak ekonomi kararları sonrası temel gıda ürünlerine ulaşmada yeterliliğini kaybetmiştir.

Serbest piyasa politikalarına geçişle birlikte uluslar için yeterlilik öncelik olmaktan çıktı. Tarım politikaları üretici köylü ile gıda satın alan halkın aleyhine; küresel tarım gıda ve ecza şirketleri lehine işleyecek şekilde belirlendi. Kapitalizm küreselleşmeden önce devlet kurumları, ülkelerin egemenliklerini, halkın çıkarlarını kırıntı halinde de olsa gözetirdi, korurdu. Kapitalizm küreselleştikten sonra durum tamamen değişti. Küresel şirketlerin politikalarını belirlemede doğrudan etkili olmaya başladı. Ülkeler de yönetim alanları içine dahil etti.” (Abdullah Aysu. Gıda Krizi. Metis Yayımcılık.)

Tarım-gıda ürünlerinde ithalata bağımlılık, iklim krizleri ve pandeminin de etkisiyle fiyatları artırmaya devam edecektir. Türkiye’nin tarım sorununda bir diğer paradoksu, halkın gereksinim duyduğu temel gıda ürünlerinin fiyatı artarken; üreticiler, çiftçiler ve köylüler emeklerinin karşılığını alamıyor, zarar ediyorlar. Markette, pazarda pahalıya satılan ürünler, küçük üreticilerin elinden yok pahasına alınıyor; üreticilerin bankalara, Tarım Kredi Kooperatiflerine ve tefeci tüccara olan borcu arşı aşmış durumdadır.

Bu kapsamda sadece zamlara karşı olan tepkileri harekete geçirmek ya da tepkilerin harekete geçmesi soruna çözüm üretmez. Sorunun çözümü demokratik halk devrimi perspektifiyle işçilerin, köylülerin ve tüm halk katmanlarının somut politik hedefler etrafında birleşmesinden geçmektedir. Çünkü bu noktanın birçok boyutu bulunmaktadır.

Zamlar sorunun nedeni değil sonucudur. Nedenler değişmedikçe bu sonuçlar değişmeyecektir. Türkiye tarım ve gıda pazarında ithal ürünlerin egemenliği büyüdükçe yoksulluğun da büyüyeceğinden şüphe etmemek gereklidir. İthalat, zenginliğin değil fakirliğin, yetememenin dolayısıyla yoksullaşmanın göstergesidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu