GüncelMakaleler

ANALİZ | Dini gericiliğin yaydığı karanlığın panzehiri bilimdir

Dini gericiliğin rolü her toplumsal süreçte biçimsel olarak belli farklılıklar içerse de özde değişmez. Din her zaman ezenlerle ezilenler mücadelesinde ezilenlere kölece yaşamı öğütler.

Bir üst yapı kurumu olan din, sınıflı toplumun ürünüdür ve toplumsal olguların incelemesinde sınıf bilinçli proletaryanın önderleri her daim bu soruna dair bilimsel bakış açılarını ortaya koymuşlardır. Egemen sınıfların sınıfsal çıkarlarını korumada dinin oynamış olduğu role ilişkin sorulara net yanıtlar vermişlerdir. Ama bu net yanıtlara rağmen din olgusu hala güncel bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Ezenlerle ezilenler arasında süren sınıf savaşımında egemen sınıfların kullanmış olduğu en etkin araçlardan biridir. Bu silaha karşı doğru bir tarzda mücadele MLM bakış açısına sahip olmayı zorunlu kılmakta. Bundan dolayı biz de öncelikli olarak tarihi değerlendirmelere başvuracağız. Ve bu bilimsel değerlendirmeler ışığında genel olarak din ve özel olarak siyasal zeminde İslam üzerinde duracağız.

Çünkü güncel bağlamda cemaat ve tarikatlardan hareketle siyasal İslam’ın köleleştirici ve halkları birbirine düşman eden yıkıcı politikalarına dikkat çekmek yetmiyor. Dini gericiliğe karşı mücadele etmek ve yığınları bu zihniyetin etkisi altından kurtarmak, ancak bilimin ışığıyla olabilir. Bilimsel düşünüş ve hareket tarzı başta işçi sınıfı olmak üzere geniş emekçi yığınları sarıp sarmalamadıkça egemenlerin elindeki bu araç, toplumun en yoksul, çaresiz kalmış kesimleri içinde karanlık kuyular kazmaya devam edecektir.

Marksistler  onyıllar önce bu gerici yapıya ilişkin şu değerlendirmelerde bulunmuşlardır:

Marks ve Engels her türlü dinin gerici bir ideolojiyi temsil ettiğini, emekçileri ezen ve sömüren bütün sistemlerin sınıflı toplum koşullarında doğduğunu vurgulayarak dinin ortaçağda ideolojinin bütün biçimlerini kendine bağlı kıldığını ortaya koyuyorlar.  Bu sayede her türlü toplumsal ve politik hareket dinsel bir renk almak zorunda kalmış oluyor.

Burjuva toplumunda burjuvazinin dini halk kitleleri için bir dizgin olarak büyük bir rahatlıkla kullanmasına yardım eden yeni dinsel öğretiler doğmakta. Burada ortaya çıkan şu: Din egemen sınıflar ile kölece bir yaşamı sürenlerin birlikte yaşamaları gerektiği düşüncesiyle emekçi kitleleri uyutur. İnsanların sömürülmesini bu şekilde haklı göstererek dünyada çektikleri acılar için ezilenlere tanrısal bir ödülü de vaat eder” (1)

Yukarıdaki değerlendirme dini gericiliği kısaca özetler niteliktedir. Dini gericiliğin rolü her toplumsal süreçte biçimsel olarak belli farklılıklar içerse de özde değişmez. Din her zaman ezenlerle ezilenler mücadelesinde ezilenlere kölece yaşamı öğütler. Sınıf savaşımı yerine “din kardeşliği”ni koyar. Egemenlerin sömürü politikalarına meşruluk kazandırmak için yaşananları “kader” olarak tarif eder. Geniş emekçi yığınların yoksulluktan dolayı çektiği tüm acıların karşılığının “öbür dünyada cennet” olduğunu söyler. Çağımızda emperyalist-kapitalist sistemin aşırı kâr sömürüsü yer yüzünü bir avuç asalak sınıfın dışında herkes için cehenneme çevirmiştir. Ve dini gericiliğin burada geniş emekçi yığınlara öğüdü bu ücretli kölelik sistemine “itaat edin”dir. Bu kölece duruşunuzun karşılığı öbür dünyada cennettir. Dahası “bu dünya fanidir, ebedi olan öbür dünyadır” yalanlarıyla her gün beyinler uyuşturulmaktadır. Bundan dolayıdır ki, “fani” denilen  dünyanın zenginlikleri için egemen güçlerin çıkarmış oldukları haksız savaşlar sorgulanmaz. İslam coğrafyasında emperyalizm uşağı kralların, dikta yönetimlerinin halklarına, diğer dinlere ve mezheplere mensup halklara karşı işlemiş oldukları suçların hesabı sorulmaz. Bu hesapların sorulması siyasal İslamcıların yalanlarının deşifre edilerek geniş yığınların gerçekle buluşturulması bilimin ışığıyla mümkün olabilir. Bu nedenle güncel olarak tarihi tecrübeler anlamıyla şu değerlendirmeler oldukça önemlidir:

Devrimci demokratlar, bilimde materyalizmi savunarak ve yayarak idealizme karşı savaşarak dinin eleştirilmesine ve her zaman otokrasi ile toprak köleliği düzeninin dayanağı olan kilise ve ruhban sınıfının gerçek yüzünü açığa vurmaya çok önem verdiler. Onlar insani bilgileri dinin, yobazlığın ve boş inançların etkisinden kurtarmaya yardım ederek, dinin ve fideizmin yayıcılarının saldırısı altında bulunan gerçek bilimin ateşli savunucuları oldular. Rus devrimci demokratlarının sosyo-felsefi düşünceleri Rus öncü biliminin- doğa bilimleri, tarih, coğrafya vd. -gelişmesine muazzam bir etki yaptı. Devrimci demokratlar bütün çalışmalarıyla, bilimin halkın ilgisiyle sıkı bir bağ içinde olması gerektiğini gösterdiler”.

Devamla, “Rus devrimci demokratları dinin ve dinsel ahlakın insanı alçalttığını, kadere boyun eğmeyi aşıladığını, insana kendi gücüne inançsızlığı telkin ettiğini, kendisini çevreleyen yaşama karşı edilgen kıldığını, bilimsel bilginin gelişmesini geciktirdiğini ve böylelikle de insanın ilerlemesine engel olduğunu tanıtladılar. Belinskiy ile Herzen, Çernişevskiy ile Dobrolyubov, kilisenin ve dinsel ahlakın ahlaki açıdan insanı bozduğunu çarlık iktidarının varlıklı ve tüm gücü elinde bulunduran yerel yöneticileri (satraplar) karşısında insandan nefreti ve dalkavukluğu aşıladığını gösterdiler.

Her türlü dini öğreti, ‘Sonsuz ahiret yaşamı’ ve ‘Ulu Tanrının huzurunda sorgulanmadan’ korkmak doğrultusundaki korku itaat duygusunu, toplumsal yaşam koşullarının değiştirilmesi ve iyileştirilmesi uğruna savaşımı yadsıma istencini bilinçli olarak üretmektedir. “Bir vaizin asketizmi (çilecilik) vaaz etmekteki amacı” diyor Çernişevskiy, “Zavallı ve düşünce yoksunu insanları yaşamları boyunca aç kalmaları ve böyle bir yazgıları olduğu için de hoşnutluk duymaları gerektiğine inandırmaktadır.. ”(2)

İdeolojik kölelik, ücretli kölelikten daha berbattır. Diğer bir ifadeyle ideolojik köleliğin olduğu bir yerde ücretli kölelik kaçınılmazdır. Dolayısıyla özgürleşme yürüyüşü her türlü kölelik ilişkisine karşı mücadeleyle başlar. Yine dini gericilikle mücadele perspektifinden yoksun bir özgürleşme yürüyüşünden söz edilemez. Keza her şey sınıfsaldır ve sınıfsal kavramlar üzerinde tanımlanmak zorundadır. Bu nedenle sınıfsal çıkarlardan yoksun bir “din kardeşliği” söylemi, “barış” çağrıları, gerçek manada sadece ve sadece bir aldatmacadır. Neredeyse bütün semavi dinler “barıştan, kardeşlikten” söz ederler. Ama yerküremiz maddi çıkarlar temelli, yani sınıfsal eksenli ayrışmalardan dolayı kanlı ve kansız çatışmalar yumağı içindedir.

Yine sınıf savaşımını yadsıyan dinsel inançlar, her koşulda kitlelere sınıflar üstü bir ahlak, adalet anlayışını ileri sürmekteler. Oysa ne adalet ne de ahlaksal düşünceler sınıflar üstü değildir. Bilakis her sınıfın kendine has bir ahlak ve adalet anlayışı vardır. Yine dinler, her türlü sorgulamayı yadsıyarak, her kesin kendi “kaderine” boyun eğmesini öğütler. Tüm bunlar bize, gerek tek tek bireylerin ve gerekse ezilen geniş yığınların kendi geleceklerini belirleme mücadelesinde aktif özne olma özgürlükçü düşünüş ve hareket tarzının inkar edildiği gerçeğini gösteriyor. Ki bu asla şaşırtıcı bir durum değildir. Çünkü din ile bilim, birbiriyle bağdaşmayan ve birbirinin reddi üzerine kurulu dünya görüşleridir. Bilim her durumda sorgulamayı, soru sormayı, din ise, Tanrının emirlerine sorgusuz, sualsiz itaat etmeyi buyurur. Yani “sonsuz ahiret yaşamı”dan hareketle korku düşüncesini, itaat etme kültürünü bir yaşam tarzına dönüştürür. “Din halkın afyonudur” saptaması, düşünsel planda yaratılan bu köleliğin en özlü ifadesidir.

Lenin M . Gorkiy’e yazdığı mektupta şu gerçeklere işaret ediyordu: “Tanrı ( tarihsel olarak ve yaşanılan zaman bakımından), her şeyden önce, insanın gerek  dış doğa baskısıyla, gerekse sınıfsal boyundurukla budalaca ezilmişliğinin yol açtığı ve insan üstündeki bu baskıyı perçinleyen, sınıf mücadelesini ölgünleştiren karmaşık düşüncelerin bir bileşimidir…  Bugün gerek Avrupa, gerekse Rusya’da tanrı düşüncesinin en ince, en iyi niyetli biçimde de olsa, her türlü korunma ya da haklı gösterilmesi, gericiliğin korunması ve haklı gösterilmesi demektir.” Ve devam ediyor: “Tanrı düşüncesi her zaman yaşamın yerine ölümü koyarak, her zaman köleliğin (en kötü, en içinden çıkılmaz köleliğin) düşüncesi olarak ‘toplumsal duyguları’ uyuşturdu ve köreltti. Tanrı düşüncesi, hiçbir zaman ‘bireyi toplumla bağlantılı’ görmedi, ama her zaman ezilen sınıfları bir dinle ezenlerin tanrı inancına bağlı kıldı.” (3)

Tüm bu gerçeklerden hareketle bugün İslam coğrafyasında siyasal İslamcı güçlerin dinsel ve mezhepsel temelde oynamış oldukları gerici ve yıkıcı rolü daha anlaşılır bir temelde ortaya koymak mümkündür. Hiç kuşkusuz siyasal İslamcıların devrim ve sosyalizm düşmanlığı, dahası ilerici tüm değerlere saldırısı genel manada emperyalist politikalardan bağımsız olarak ele alınamaz. Yirminci yüzyılda tüm demokratik ve sosyalist devrim mücadelelerinde dini gericilik, egemen sistemlerin devamı için her fırsatta geniş yığınlara itaat etmeyi öğütledi. Emperyalistler ve tüm gerici güçler kendi sınıfsal çıkarları için dini kullandı ve halada kullanmaya devam ediyorlar. Bugün kimi emperyalist güçler, işbirlikçi gerici-faşist devletler tarafında “Terörist” olarak ilan edilen siyasal İslamcı güçlerin yaratıcıları, yine kendileri ve suç ortaklarıdır.

Komünizme karşı mücadelede daima bu anti-komünist güçler emperyalizmin çıkarları için savaşmışlardır. Tıpkı bugün olduğu gibi gerici ve faşist devletlerin bölgesel çıkarları için farklı dinlere ve inançlara mensup halkların kanlarını akıtmaktan geri durmamışlardır. Ezilenlerin emperyalizme ve gericiliğe karşı birleşik mücadelelerini darbelemek için din ve mezhepsel çelişkiler bu karşı-devrimci güçler tarafından hep kullanılmıştır. Bu nedenle güncel bağlamda ırkçı milliyetçilikle, siyasal İslamcıların aynı argümanları tekrarlaması asla şaşırtıcı değildir. Çünkü bu karşı devrimci güçler aynı çöplüğün ürünüdürler. Emperyalizmin uşağı, faşizmin ve siyasal gericiliğin temsilcileridir. Dolayısıyla emperyalizme, faşizme ve her türlü gericiliğe karşı mücadele dün olduğu gibi, bugün de güncel bir görevdir. Yine ırkçı milliyetçiliğin, siyasal İslam’ın teşhirine ağırlık vermek, an itibariyle karşı karşıya olduğumuz tehlikeyi somut olarak belirlemenin ifadesidir. Keza emperyalist merkezlerde giderek artan faşizm tehlikesi, ırkçı ve faşist örgütlemelerin daha da görünür hale gelerek, azımsanmayacak bir kitle desteğine ulaşmaları, anti faşist mücadelede enternasyonal proletarya ya ve ilerici devrimci güçlere büyük sorumluluklar dayatmaktadır.

Etki düzeyi tek tek ülkeler bazında farklı boyutlarda da olsa, bu durum bağımlı ülkelerde daha baskıcı, yok edici politikalarla sürmektedir. Türkiye’deki faşist iktidar koalisyonu, kendisine destek sunmayan herkese karşı bu zihniyetle hareket etmektedir. Yeri gelince Sünni İslam dışındaki diğer dinler ve mezheplere mensup kesimler aşağılanmakta ve bunlara karşı her türlü anti-demokratik uygulamalara baş vurulmakta. Yeri gelince ırkçı milliyetçilik silahı devreye sokulmaktadır. Denilebilir ki, iç ve diş politikada faşist iktidar, mevcut kitle desteğini korumak için söylem ve eylem olarak ırkçı milliyetçilik ve İslam propagandalarına kilitlenmiş durumdadır. Ki diğer gerici-faşist burjuva muhalefet de benzer nitelikte bir yol izlemekte. Burada asıl tehlikeli olan bu gerici-faşist propagandaların kitlelerde bir karşılık bulmasıdır. Cemaat, tarikat vb. siyasal İslamcı karşı devrimci faaliyetlere kamuoyunda bir meşruluk kazandırma çabasıdır.

Elbette ki, mevcut olan tabloyu objektif olarak ortaya koymak önemlidir. Ama devrimcilerin, komünistlerin asıl görevi, tüm bunları insanlık tarihiyle, ezenler ve ezilenler arasındaki mücadele tarihiyle ve egemen sınıfların din silahına sarılmalarının asıl nedenlerini, birbiriyle olan bağlantılarını bilimsel bir tarzda açığa çıkarıp, geniş yığınları gerçeklerle yüzleştirmektir.

Yine propaganda ve Ajitasyon faaliyetlerinde proleter hareket işçi ve emekçilerin dikkatini esas olarak emek sermaye çelişkisine yöneltmelidir. Zayıflayan anti-emperyalist bilince yeniden ivme kazandırmak için emperyalizmin teşhirini asla gözden kaçırmamalıdır. Ama şu da bir gerçek ki, Türkiye coğrafyasında tüm bu görevlerin asgari düzeyde yerine getirilmesinin yolu da ırkçı milliyetçiliğin ve dini gericiliğin önemli oranda teşhir edilerek, kitleler  üzerindeki etkisinin zayıflatılmasından geçiyor.

Hiç kuşkusuz dini gericiliğin teşhirinde proleter hareket her koşulda şu tarihi tecrübeleri göz önünde bulunduracaktır: “Parti, sömürücü sınıflarla dini propagandanın örgütlenmesi arasındaki bağı kökünden koparmayı ve dahası, bunun için en geniş bilimsel eğitim-kültür ve din karşıtı propagandayı örgütleyerek emekçi kitlelerin dinsel kör inançlardan gerçek anlamda kurtuluşunu hedefler. Bunu yaparken, her türlü dini duyguların incitilmesinde  özenle sakınmak, sadece aşırı dinsel bağlılığın (fanatizmin) saptamasını ana sorun olarak almak gerekir”. (4)

Lenin yoldaşın, dine yaklaşımda ortaya koymuş olduğu düşünceler, bugün de bize yol göstermeye devam ediyor. Ve bu düşünceler ışığında yaratıcı politikalar uygulama görevi karşımızda durmakta.

 

(1) A Smirnov, Sovyet Rusya’da İslam Tarihi İncelemeleri, s. 80

(2) Age s. 49-50

(3) Age s. 103

(4) Age s. 13

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu